31 Mart 2014 Pazartesi

Neden hepimiz sadece geçinip gidemiyoruz?


Çaresizce sevileceğimiz, tatmin edici ilişkiler istiyoruzdur ama bunları geliştirmek için gereken becerilerden yoksunuzdur.

Elbette ki, farklı uzmanların en önemli kişilerarası eksikliklerin ne olduğuna dair farklı görüşleri vardır. Örneğin, davranış terapistleri birbirimizle geçinmeye dair sorunlarımızın iletişim ve sorun çözmeye dair beceri yoksunluğundan kaynaklandığına inanırlar. O yüzden biri bizi eleştirdiğinde, dinlememiz gerekirken savunmaya geçebiliriz. Duygularımızı açıkça paylaşmaktansa, suratımızı asıp karşımızdaki kişiyi küçümseyebiliriz ya da dırdır etmeye ve istediğimizi elde etmek için baskı kurmaya yönelebiliriz. Sistemli uzlaşma ya da sorun çözme becerilerini kullanmadığımızda gerginlik artar.

Bu konuyla ilgili bir kuram ilişkilerde görülen çatışmaları erkeklerin ve kadınların doğuştan farklı oluşuna bağlar. Bu kuram Deborah Tannen'in en çok satan kitabı Bir türlü anlamıyorsun: Kadın ve erkek konuşurken ve John Gray'in en çok satan kitabı Erkekler Mars'tan, Kadınlar Venüs'ten tarafından ünlenmiştir. Bu yazarlar erkekler ve kadınların dili farklı biçimlerde kullandıkları için anlaşamadıklarını savunurlar. Bu görüşe göre kadınlar duygularını ifade etmek için, erkekler ise sorun çözmek için dili kullanırlar. O yüzden bir kadın eşine üzgün olduğunu söylediğinde, eşi otomatik bir biçimde onu rahatsız eden sorunda yardımcı olmaya çalışır çünkü beyni öyle çalışır. Fakat aslında kadın, eşinin sadece onu dinleyip hislerini kabul etmesini ister, o yüzden ona "yardımcı olmaya" çalıştığında daha da üzülür. Sonuçta ikisi de hayal kırıklığı ve yanlış anlaşıldığını hisseder. Bu davranış kalıbını kendinizde ve eşiniz gibi anlaşamadığınız birinde gözlemlemiş olabilirsiniz.

Bilişsel terapistler ilişki sorunlarına yol açan eksikliklerle ilgili farklı bir görüşe sahiptirler. Tüm duygularımızın; düşüncelerimiz ve tavırlarımız ya da idrak etme biçimlerimizden ortaya çıktığını vurgularlar. Başka bir deyişle, eleştirel olmak ya da trafikte kaba bir biçimde önümüzü kesmek gibi başka insanların yaptıkları aslında bizi üzmez. Onun yerine, olaylar hakkında düşünme biçimimizden dolayı üzülürüz.

Bu kuram sizin kişisel deneyimlerinizle benzerlikler taşıyor olabilir. Birine kızdığınız zaman, zihninizin olumsuz düşüncelerle dolup taştığını fark etmişsinizdir. Kendinize "O aşağılık herifin teki! Sadece kendini düşünüyor. Böyle olmaması gerekir. Ne kadar ezik!" dersiniz. Üzüldüğünüzde, bu olumsuz düşünceler karşı konulamaz bir biçimde etkin hale gelirler ama aslında aşağıdaki tabloda yer alan bazı düşünce hatalarını ya da zihinsel hataları da içerirler.



Çatışmayı tetikleyen on hata


HataTanımÖrnek
1. "Ya hep, ya hiç" düşünce biçimiÇatışmaya ya da geçinemediğiniz insana, tamamıyla siyah ve beyaz türünde bakarsınız. Gri tonları yoktur.Kızdığınız kişinin hiçbir telafi edici özelliği olmayan, bir hiç olduğunu kendinize söylersiniz. Ya da ilişkiniz biterse, bunun başlı başına bir başarısızlık olduğunu düşünebilirsiniz.
2. Aşırı genellemeVar olan sorunu hiç bitmeyen bir hayal kırıklığı, çatışma ve hezimet döngüsü olarak görürsünüz.Kendi kendinize "O daima böyle olacak" dersiniz.
3. Zihinsel SüzgeçDiğer kişinin hatalarını listelersiniz, size yapmış ya da söylemiş olduğu olumsuz şeyler üzerinde çok düşünürsünüz ve diğer kişinin tüm olumlu özelliklerini göz ardı edersiniz.Eşinize "Sana on keredir çöpü dışarı çıkarmanı söylüyorum" ya da "Kirli çoraplarını yerde bırakmaman için bunu sana kaç kere hatırlatmam gerek?" dersiniz.
4. Olumluyu önemsememeDiğer kişinin iyi özellikleri ya da hareketlerinin geçersiz olduğunda ısrar edersiniz.Tartıştığınız biri olumlu bir şey yaparsa, kendi kendinize sizi yönlendirmeye çalıştığını söylersiniz.
5. Sonuca varma
Gerçekler tarafından desteklenmeyen sonuçlara varırsınız. Sıkça görülen üç model vardır:
Zihin Okuma.
Karşınızdaki kişinin sizinle ilgili ne düşündüğü ve ne hissettiğini bildiğinizi varsayarsınız.
Tersten Zihin Okuma. 
Kendinize diğer kişinin siz söylemek zorunda kalmadan ne istediğinizi ve ne hissettiğinizi bilmesi gerektiğini söylersiniz.
Kehanette Bulunma. 
Kendinize durumun ümitsiz bir vaka olduğunu ve diğer kişinin, ne olursa olsun, size bencilce davranmaya devam edeceğini söylersiniz.





Kendinize arkadaşınızın ben - merkezci olduğunu ve sadece sizi kullanmak istediğini söylersiniz.

Eşinize "Nasıl hissettiğimi bilmen gerekirdi" dersiniz.

Kendinize anlaşamadığınız kişinin asla değişmeyeceğini söylersiniz.
6. Abartma ve azaltmaDiğer kişinin hatalarını fazlaca abartırsınız ve onun olumlu özelliklerinin değerini azaltırsınız.Bir tartışma sırasında, "Bu kadar aptal olmana inanamıyorum" gibi bir cümleyi ağzınızdan kaçırabilirsiniz.
7. Duygusal muhakemeNasıl hissettiğinize göre sonuca varırsınız ve duygularınızın gerçekleri yansıttığını varsayarsınız.Diğer kişinin başarısız gibi olduğunuhissedersiniz ve onun gerçekten başarısız olduğuna karar verirsiniz.
8. - Meli, - Malı ifadeleri
Kendinizi ya da diğer insanları "olmalı, olmamalı, olmak zorunda, gerekli" cümleleriyle eleştirirsiniz. Sıkça görülen iki tür vardır:
Başkalarına Yönelik Olmalılar. 
Kendinize diğer insanların hissettiği ve davrandığı biçimde hissetmemeleri ve davranmamaları gerektiğini, sizin beklediğiniz biçimde olmaları gerektiğini söylersiniz.
Kendine Yönelik Olmalılar. 
Kendinize o hatayı yapmamanız gerektiği ya da öyle hissetmemeniz gerektiğini söylersiniz.





"Böyle hissetmeye hiç hakkın yok!" ya da "Bunu söylememen gerekir. Bu haksızlık!"
9. EtiketlemeDiğer kişiyi işe yaramaz ya da daha kötü bir biçimde etiketlersiniz. Özünün telafi edilemeyecek özelliklerle, tamamen olumsuz olduğunu kabul edersiniz."Tam bir cadı!" ya da "O aşağılık herifin teki!"
10. Suçlama
Sorunun nedenine odaklanmaktansa, suç saptarsınız. Sıkça görülen iki tür vardır:
Başkalarını Suçlama.
Diğer kişiyi suçlar ve sorundaki kendi payınızı inkâr edersiniz.
Kendini Suçlama.
Tamamen suçunuz olmasa da, sorun yüzünden kendinizi suçladığınız için kendinizi suçlu ve değersiz hissedersiniz.




Eşinize "Hepsi senin suçun!" dersiniz, sonra kızarsınız, hayal kırıklığına uğrarsınız ve gücenirsiniz.
Kendinize "Hepsi benim hatamdı!" dersiniz. Sonra tüm enerjinizi diğer kişinin ne hissettiğini ve sorunu çözmek için ne yaptığını anlamak yerine, kendinizi hırpalamaya harcarsınız.



Bilişsel kuramın en ilginç özelliklerinden biri; kızgınlığın ve kişilerarası çatışmanın eninde sonunda kişinin akli durumundan kaynaklanmasıdır. Başka bir deyişle, biriyle tartışırken kendinize aslında tamamıyla doğru olmayan şeyler söylüyorsunuzdur. Fakat bozuk düşünceler kendini doğrulayan kehanetler görevini gördüklerinden ve tamamen doğruymuş gibi gözüktüklerinden kendinizi kandırdığınızın farkına varmazsınız. Örneğin, kendinize sizi rahatsız eden kişinin pisliğin teki olduğunu söylerseniz, ona pisliğin teki gibi davranırsınız. Sonuç olarak, o da kızar ve pisliğin teki gibi davranmaya başlar. Sonra siz de kendinize en baştan beri haklı olduğunuzu ve onun gerçekten pisliğin teki olduğunu söylersiniz.

Bilişsel terapi düşünme biçiminizi değiştirdiğinizde, hissetme ve davranma biçimlerinizi de değiştirebileceğiniz fikrine dayanır. Başka bir deyişle, diğer insanlar hakkında daha olumlu ve gerçekçi bir biçimde düşünmeyi öğrenebilirsek, çatışmaları çözümlemek ve tatmin edici kişisel ve mesleki ilişkiler geliştirmek daha kolay olacaktır.

Bu kuram kâğıt üzerinde kulağa şahane gelmektedir ama kızgınlığı ve çatışmayı tetikleyen düşünce kalıplarını değiştirmek o kadar da kolay değildir. Bu kalıpları değiştirmek kolay değildir çünkü bu hatalara yapışıp kalan bir yanımız vardır. Kızdığımız ya da bizi rahatsız eden kişiyi küçümsemek kendimizi iyi hissettirebilir. Bu durum bize ahlaki açıdan üstün olduğumuz hissini verebilir. O kişi hakkındaki bakış açımızı çarpıttığımızı bir türlü anlamak istemeyiz.


Bazı uzmanlar ilişkilerde sorunlara yol açan en önemli eksikliğin, kişinin kendine duyduğu saygı yoksunluğundan kaynaklandığını iddia ederler. Başka bir deyişle, kendinizi sevmez ve kendinize saygı duymazsanız, başkasını sevmekte zor zamanlar geçirirsiniz çünkü böyle davranarak sadece kendinize verebileceğiniz bir şeyi sürekli diğer kişiden elde etmeye çalışırsınız. Bu kuram okullarımızda ünlenmiştir. Bu kuramın ana fikri şudur ki; eğer çocuklarımız büyürken onların daha fazla öz - saygı geliştirmelerine yardımcı olursak, onlar da başkalarıyla samimi, güven dolu ilişkiler geliştirebilecekler ve yaşlanırken şiddete, suça ve çete üyeliğine pek karışmayacaklardır.

Başka uzmanlar ilişkideki stresin ilişkide tükenme denilen farklı türde bir durumdan kaynaklandığına inanırlar. Biriyle anlaşamadığınızda, olumsuzluğun neredeyse zaman içerisinde devamlı arttığını fark etmişsinizdir. Siz ve eşiniz birbirinizi daha da fazla eleştirmeye başlamış ve ilk defa karşılaşıp flört etmeye başladığınız zamanlarda yaptığınız eğlenceli şeyleri yapmayı bırakmış olabilirsiniz. Evliliğiniz neredeyse sürekli stres, hayal kırıklığı ve yalnızlık kaynağı olmuş ve bir zamanlar hissettiğiniz tüm mutluluk ve şefkat ortadan kaybolmuş olabilir. Bu noktada, ayrılık ve boşanma oldukça cazip seçenekler gibi görünmeye başlar.

Tükenme kuramını savunan terapistler size ve eşinize olumluya odaklanmanızı önereceklerdir. Örneğin, birlikte daha eğlenceli, tatmin edici etkinlikler planlayabilirsiniz böylece birbirinize eşlik etmekten hoşlanmaya başlayabilirsiniz. Birbiriniz için her gün eşinizle konuşabilmek için onu işinden aramak ya da onu gerçekten önemsediğinizi göstermek için ona sabahları bir fincan kahve götürmek gibi sevgi dolu, düşünceli hareketlerde bulunabilirsiniz.

Çoğu terapist ilişkilerdeki sorunların temel olarak güven eksikliğinden ve kırılmaktan korkmaktan kaynaklandığına inanır. Diyelim ki, bir iş arkadaşınız ya da bir aile üyenizin size söylediği bir şeyden dolayı sinirlendiniz. Yüzeyde kızgınsınızdır, ama kızgınlığın altında, kırılmış ve küçümsendiğinizi hissetmişsinizdir. Diğer kişiye karşı zayıf ya da aptal görünmekten korktuğunuz için ona kırıldığınızı söylemekten çekinirsiniz. Bunun yerine, diğer kişiye saldırıp, savunmaya geçip onu küçümsemeye çalışırız. Gerilimin artmasına rağmen, savunmasız ya da dışlanmış olma tehlikesi taşımadığınız için kızgınlığınız sizi korur. Başka bir deyişle, en temeldeki eksiklik, güven yoksunluğudur - mahremiyete dair korkularımızdan dolayı kavga ederiz. Bu kuramı savunan terapistler size bütün bu kızgınlık, husumet ve gerilimin altında saklanmış olan gücenmiş ve narin duygularınızı kabul edip onları paylaşmanızı önereceklerdir.

Psikanalitik ve psikodinamik terapistler birbirimizi sevmekle ilgili bütün bu kişilerarası eksikliklerin ve sorunların temelde büyürken katlanmış olduğumuz acı dolu deneyimlerden ve yaralardan kaynaklandığını savunurlar. Buradaki asıl fikir, eğer işlevselliğini yitirmiş bir ailede doğmuşsanız, bir yetişkin olduğunuzda bilinçaltınızda aynı acı veren kalıpları sürekli olarak yeniden yaratabilirsiniz. Örneğin, eğer babanız sürekli sizi eleştirmiş ve küçümsemişse, onun sevgisini kazanmak için hiçbir zaman yeterince iyi olmadığınızı hissetmiş olabilirsiniz. Yetişkin olduğunuzda, bir sevgi ilişkisinde rolünüzün güçlü ve kusur bulmaya meyilli biri tarafından küçümsenmek olduğuna inandığınız ve babanızdan hiçbir şekilde alamadığınız sevgiyi umutsuzca elde etmek istediğiniz için, babanızla aynı oranda size karşı eleştirel olan adamları çekici bulmuş olabilirsiniz.

İlişki sorunları olan insanları ilk olarak tedavi etmeye başladığımda, bütün bu eksiklik kuramlarına inanıyordum, o yüzden de doğal olarak hastalarımın çatışmalarına yol açan eksiklikleri düzeltmelerine yardımcı olmaya çalışıyordum. Hevesli bir biçimde, sorunlu çiftlere daha ustaca iletişim kurma, sorunlarını daha sistemli bir biçimde çözme ve birbirlerine daha sevgi dolu davranma yollarını öğretiyordum. Aynı zamanda onlara özgüvenlerini arttırma ve kızgınlık ve pişmanlığı tetikleyen yıkıcı düşüncelerini ve kendine zarar veren davranış kalıplarını değiştirme yollarını da öğretiyordum. Bazen bu kalıpların kaynağına inmek için geçmişi analiz ediyorduk.

Bu tekniklerin hiçbirinin çok ta işe yaramadığını görmek beni çok şaşırtmıştı. Aslında tamamıyla da etkisiz değildiler - dinlemeyi öğrenmiş, duygularını daha açıkça paylaşan ve diğerlerine daha fazla sevgi ve saygıyla davranan kişiler genellikle diğer insanlarla olan ilişkilerinde derhal ve büyük değişimler yaşamışlardı. Ama bu kişiler sayıca azdı ve seyrekti. Diğer insanlarla olan ilişkileri hakkında şikâyet eden kişilerin çoğu, bu tekniklerin hiçbirini kullanmak için hevesli değillerdi. Aslında, bu kişilerin çoğu araları açık olan insanlarla daha sevgi dolu ve tatmin edici ilişkiler kurmak için hiçbir şey yapmakla ilgilenmiyorlardı. Samimiyetle, daha sevgi dolu ve tatmin edici ilişki istediklerini iddia ediyorlardı ama gerçekte kastettikleri şey, "Karımın (ya da kocamın) başarısız biri olduğunu kabul etmenizi istiyorum" düşüncesiydi.

Bu olaylar, depresyondan ve kaygıdan muzdarip olan kişileri tedavi etme tecrübelerimden oldukça farklıydı. Onlar da sürekli zihinlerinde dolaşan "Ben işe yaramam. Çok başarısızım. Benim derdim ne? Asla iyileşemeyeceğim" gibi olumsuz düşünceler onları rahatsız ediyordu. Onlara kendilerini eleştiren düşüncelerine meydan okuma ve karşı koyma yollarını gösterdiğimde, depresyon ve kaygı duyguları ortadan kayboluyordu ve onlar da bu durumdan dolayı çok heyecanlanıyorlardı. Ama kızgın olan ve başkalarıyla geçinmekte zorluk geçen kişilere yardımcı olmaya çalıştığımda, durum ayrı bir kargaşaydı. Anlaşamadıkları kişilerle ilgili düşünme ve iletişim kurma biçimlerini, onlara karşı tavırlarını değiştirmekle hiç ilgilenmiyorlardı. Karşılıklı kafalarını parçalamakla daha ilgililerdi! Önceden, bu durum beni şok ederdi ve kafam karışırdı. Çok geçmeden, eksiklik kuramları diye adlandırılan kuramları sorgulamaya başladım ve çatışmanın sebeplerine dair fikrim beklenmeyen bir yöne doğru ilerledi.

"Neden ben değişmek zorundayım ki?"

Birazdan bahsedeceğim, düşünme biçimimi değiştiren özgün vakalardan biridir. Mickey, depresyon tedavisi için bir meslektaşım tarafından bana yönlendirilmiş olan, kırk beş yaşında San Francisco'lu bir iş adamıydı. Mickey bilinen her türlü antidepresanla tedavi görmüştü fakat hiç biri ruh halinde bir düzelme yaratmamıştı. İşe yaramadıklarından dolayı Mickey'nin ilaç kullanımını kestim ve onun yerine bilişsel terapi yöntemlerini kullandım. Birkaç hafta içinde, depresyonu yok olmuştu. Artık belirtilerden kurtulduğu için, onun terapiyle işinin bittiğini düşünüyordum. Bir de baktım ki, Mickey "kişisel gelişim için" beni görmeye devam edip edemeyeceğini soruyor. Onunla çalışmaya devam etmekten mutluluk duyacağımı ama başka hangi konuda yardım istediğini bilmem gerektiğini söyledim.

Mickey evliliğinden memnun olmadığını ve eşi Margie ile ilgili bir sürü derdi olduğunu belirtti. Mickey aşağıdaki nedenlerden dolayı eşine olan saygısını yitirdiğini söyledi:

Eşi entelektüel açıdan ona yetişemiyordu ve hiç bir zaman paylaşacağı ilginç bir şeyi olmuyordu.

Eşi hiçbir zaman ilgi çekici bir şey okumuyordu. Bunun yerine, zamanını moda dergileri ve işe yaramaz gazeteleri okuyarak geçiriyordu.

Şefkatli değildi ve hiçbir zaman cinsellikte istekli değildi.

Aileleri için iyi bir yaşam sağlamak için Mickey'in çok çalışmasını takdir etmiyordu.

Sürekli olarak kusur bulup duruyor ve onu eleştiriyordu.

Mickey işten eve gelince eşi hiçbir zaman onu gördüğüne sevinmiş gibi gözükmüyordu.

Yemekte Mickey'nin beğendiği yemekleri ender olarak pişiyordu.

Üzüldüğünde, aşırı pahalı mücevher ve kıyafet alarak, dolaylı olarak Mickey'den intikamını alıyordu. Mickey ayın sonunda gelen kabarık kredi kart hesap özetini görünce dayak yemiş gibi oluyordu.

Altıncı sınıfa giden ikizleri hakkında sürekli olarak tartışıyorlardı.
Mickey bu durumdan o kadar rahatsızdı ki, son on beş yılda Margie'nin tüm hatalarını yazdığı bir günlük tutmuştu. Her gün, kendisini hayal kırıklığına uğratan, eşinin yaptığı ve söylediği her şeyi kayıt altında tutmuştu. Mickey içinden uzun alıntıları yüksek sesle okuyabilmek ve iddialarına dair ayrıntılı sebeplerini sunmak için günlüğünü terapi seanslarına getirmeye başladı. Örneğin, on bir yıl önce, Big Sur'a arabayla giderken, arabanın camlarını açık tutmak ya da havalandırmayı kullanmak hakkında bir münakaşaları olmuştu. İddiasına dair sebebini okurken, günlüğünden arada sırada başını kaldırır ve "Bu berbat değil mi?" ya da "Daha iyisini hak etmiyor muyum?" ya da "Bu kadar saçma bir şey söylediğine inanabiliyor musunuz?" diye homurdanırdı.

Seanslar sırasında, Mickey sadece günlüğünden okuyup Margie'nin yetersizliklerini anlatmakla gayet memnun görünüyordu ama haftalarca bunları dinledikten sonra, terapinin nereye gittiğini merak etmeye başladım. Biz ne gerçekleştirmeye çalışıyorduk? Mickey'e üç seçeneği olduğunu belirttim:

Eğer evliliği hakkında mutsuzsa ve durumun ümitsiz olduğunu düşünüyorsa, kısa bir ayrılığı ya da boşanmak için mahkemeye başvurmayı düşünebilirdi.

Eğer hala Margie'yi seviyorsa ve evliliğini düzeltmek istiyorsa, çift terapisini deneyebilirdik.

Var olan durumu aynen sürdürebilirdi.



Mickey ilk seçenekle hiç ilgilenmiyordu. Ayrılık söz konusu bile olamazdı. Kızları liseden mezun oluncaya kadar evde yaşamak zorunda hissettiğini açıklamıştı. Margie'nin annelik becerilerine güvenmiyordu ve üniversiteye güvenli bir biçimde gidinceye kadar kızların babalarının evde olmasına ihtiyaçları olduğunu hissediyordu.
Mickey aynı zamanda ikinci seçeneği de reddediyordu. Aile terapisiyle hiç ilgilenmiyordu çünkü Margie'nin asla değişmeyeceğinden emindi. Bununla birlikte, Margie'nin ona yıllardır o kadar kötü davrandığı göz önünde bulundurulduğunda, neden kendisi değişmek zorundaydı, bunun nedenini bir türlü anlayamıyordu.
Mickey üçüncü seçeneğe kendini adamış gibi gözüküyordu- var olan durumu sürdürmek. Evliliğini bu kadar şiddetli bir biçimde eleştiren birinin var olan durumu sürdürmesi bana garip geliyordu. Fakat bu seçeneğe sıkça rastlanır. Aslında, bahsettiğim üç seçenekten; ilişkiyi bitirmek, ilişkiyi daha iyi hale sokmak için çaba göstermek ya da bir şeyin değişmemesini sağlamak arasında, üçüncü seçenek açık ara farkla en beğenilenidir.
Mickey'e onun düşünce bazında bir deney yapmasını istediğimi söyledim. Sihirli bir değneğimiz olduğunu ve kısacık bir süre içinde tüm sorunlarının ortadan kaybolacağını hayal etmesini istedim. Aniden, Margie hayallerinin kadını oluvermişti. Sevgi dolu, düşünceli, çekici ve beğeni doluydu. Her akşam işten eve geldiğinde, onu neşe ve öpücük ile karşılıyor, ona gününün nasıl geçtiğini soruyor ve şahane bir yemek hazırlıyordu. Süper bir anne olmuştu ve arkadaşlarla dışarı çıktıklarında eşinin ne kadar iyi bir baba ve koca olduğuyla ilgili böbürlenip duruyordu.
Bir gün, Mafya üyelerinden biri Mickey'e sıra dışı bir iş teklifi götürür. Mickey'e ve ortaklarına 50,000 dolar vereceğini söyler. Tek yapması gerekenin harika, sevgi dolu karısını bir ay içinde şikâyet eden, mızmız, husumet dolu birine çevirmek olduğunu belirtir. Eğer Mickey başarılı olursa, ona parayı vereceklerdir. Eğer başarısız olursa, onu öldürmesi için bir kiralık katile aynı miktardaki parayı vereceklerdir.
Mickey'e gelecek seansa kadar, bir ay içinde evliliğini mahvedip hayatını kurtaracak, yapabileceği en azından beş madde bulmasını istedim. Mickey bu ödevden dolayı heyecanlandı ve listesini gelecek seansa getirmeye söz verdi.
Bir sonraki hafta, Mickey hevesli bir biçimde hazırlamış olduğu listeyi okudu. Dedi ki:
Öncelikle, her gece işten eve giderken yolda bir barda durup birkaç alkollü içki alabilirdim. Eğer eve sarhoş bir biçimde ve alkol kokarak gidersem, bu Margie'yi gerçekten üzerdi. Eşim alkolden nefret eder çünkü babası sarhoş olduğunda saldırganlaşan ve çirkinleşen bir alkolikti. Eğer Margie nefesimin alkol kokmasına itiraz ederse, onun önünde kendime başka bir içki daha koyup ona tutucu olmaya başladığını söyleyebilirim.
İkinci olarak, ülke içinde iş seyahatlerini beraber yaptığım kadınlarla ilişkiye girebilirdim. Denver'da bir kız arkadaşım, Cleveland'da bir kız arkadaşım ve başka bir tane de Nashville'de olabilirdi. Sonra eve gömleğimin yakasında ruj iziyle eve gelir ya da gittiğimiz gösterilerin makbuz koçanını şifonyerin üzerine bırakırdım ki Margie onları bulsun ve onun arkasından ilişkiler yaşadığımın farkına varsın. Bu onu mahvederdi.
Üçüncü olarak üniversiteyi bitiremediği için Margie kendisini değersiz hissediyor. Arkadaşlarla dışarı çıktığımızda, sürekli güncel olaylar hakkında yorumlar yapıyor ve akıllı görünmeye çalışıyor. O konuşmaya çalıştığında, bilgilerini günlük gazeteler gibi gerçek bilimsel kaynaklardan aldığı için onunla dalga geçebilirim. Bu onu arkadaşlarının önünde küçük düşürür.
Dördüncü olarak, Margie kızlarımızı disiplin etmeye çalıştığında, kızlara "Annenizi dinlemeyin. Kızlar siz istediğinizi yapabilirsiniz" diyerek onun yapmaya çalıştığını baltalayabilirim.
Son olarak, geç kalacağımı arayıp söylemeden eve geç gelebilirdim. Bu onun kendisini reddedilmiş ve üzgün hissetmesine yol açardı.
Mickey'e bu etkinliklerin evliliğini mahvolması ve hayatını kurtarması için yeterli olup olmayacağını sordum. "Kesinlikle! Bunların herhangi biri yeterdi. Buna eminim!" diye yanıtladı.
Sonra bunların kaç tanesini hâlihazırda yaptığını sordum. Koltukları kabararak "Hepsini, Doktor!" diye bağırdı.
İşte karşımızda kötü bir evliliğin kurbanı olduğuna ikna olmuş bir adam. Kendisine acıyor ve donuk, sevgisiz bir kadınla sıkışıp kaldığını olduğunu söylüyor ve tıpkı bir avukatın mahkemedeki davasına hazırlanması gibi, son on beş yılda eşinin yaptığı hatalarını belgelere dayandırarak sıralıyor. Sorunları ve kendi mutsuzluğu için eşini suçluyor. Fakat bilerek eşine sefil bir biçimde davranıyor ve ondan şikâyet ettiği tüm bu süre içerisinde kasten onun moralini bozacak ve evliliklerini mahvedecek şeyler yapıyor.
Mickey gibi bir adamı ne yapacağız? Onun inatçılığa ya da cehalete dair nadir bir vaka olduğunu iddia ederek onu küçümsemek kolay olurdu. Fakat Mickey her gün ofisimde gördüklerimin tipik bir örneğiydi. Çoğu birey ve çift, diğer insanlarla olan hayal kırıklıklarından şikâyet ederek gelmelerine rağmen, çok azı bu konuda herhangi bir şey yapmaya hazır, gönüllü ya da hünerli görünürlerdi. Değişime karşı bu direncin cinsiyetle hiçbir alakası yoktu. Erkekler ve kadınlar aynı oranda tepki gösterip "Neden ben değişmek zorundayım ki? Bunun hepsi onun hatası!" derlerdi.
Çift Terapisi İşe Yarayabilir mi?
Araştırmalar benim klinik olarak gözlemlediklerimi teyit etmeye başladı. Kuzey Carolina Üniversitesi'nden Dr. Don Baucom, Amerika'daki son derece saygın aile terapi araştırmacılarından biridir. Aslına bakılırsa, şu anda hayatta olan tüm diğer araştırmacılardan daha fazla çift terapi üzerine çalışma yürütmüştür. Aynı zamanda Dr. Baucom dünya çapında bilimsel dergilerde yayınlanan çift terapisi üzerine tüm çalışmaların sonucunu eleştirir ve bu eleştirileri bilimsel dergilerde ve ders kitaplarında yayınlar. Her sene aynı şaşırtıcı sonuca varır: Şu anda dünyada gerçekten etkili olan bir aile terapi çeşidi yoktur.*
Bu bulgular herhangi bir terapi türüyle sınırlı değildir. Terapistinizin etkili iletişim eğitiminin, bilişsel terapinin, sorun çözme eğitiminin, duygularınızı boşaltmanın, çocukluk deneyimlerinizdeki sorunların kökenlerini incelemesinin, öz - saygınızı arttırmanın ya da partnerinizle daha sevgi dolu ve tatmin edici etkinlikler belirlemesinin altını çizmesiyle ilgili değildir. Bu yaklaşımların, hiçbiri tek ya da birleşimler halinde, özellikle etkili bulunmamıştır. Başka bir deyişle, ilişki sorunlarına yol açtığı öne sürülen eksiklikleri düzeltmek güvenilir bir biçimde tatmin edici, sevgi dolu ilişkilere yol açmaz.
Bu demek değildir ki, hiç kimseye bu tedavi yöntemleriyle yardımcı olunamaz. Çoğu araştırmalarda, yaklaşık çiftlerin %50'si kısa dönemde bir miktar gelişim gösterdiklerini ifade etmiştir ama bu etkileyici bir başarı oranı değildir. Bunların önemli bir kısmı tedavi olmadan da, kendi çabalarıyla ya da sadece zamanın geçmesiyle de, iyileşebilirlerdi. Uzun süreli sonuçlar daha da şevk kırıcıdır. Başlangıçta biraz gelişim gösterdiklerini ifade etmiş olan çiftlerin çoğu neticede ayrılıkla ya da boşanmayla son bulmuştur.
Burada kesinlikle eksik olan - önemli bir şey vardır. Sorunlu ilişkilere sahip insanları tedavi ederken sadece hedefe ulaşmakta başarılı olamıyoruz. Çoğu evlilik terapisti bireysel olarak söylediğimin kulağa doğru geldiğini onaylayacaktır. Onlar da acı verici bir şekilde çoğu sorunlu çiftlerin, aynı zamanda birbiriyle geçinemeyen kızgın insanların, değişime son derece dirençli ve tedavi etmek için neredeyse imkânsız olduklarının farkındadırlar.
Olumsuz sonuçlara sahip araştırmalar, tedavi yöntemlerimizin umduğumuz kadar etkili olmadığından ve belki de kuramlarımızın geçerli olamayacağından dolayı, sarsıcı olabilir. Aynı zamanda bu çalışmalar, çözümleri yanlış yerlerde aradığımız ve son derece önemli bir şeyi atladığımız anlamını taşıdıklarından dolayı, heyecan verici olabilir. Eğer sadece araştırmalarımızın ve klinik tecrübelerimizin bize ne anlatmaya çalıştığını dinlersek, bu yeni keşifleri tetikleyebilir ve daha etkili tedavi yöntemlerinin gelişmesine yol açabilir.
Tartıştığımızda, hiç şüphesiz aramızın açık olduğu kişiyle ilgili olumsuz, mantıksız ve kendi kendini baltalayıcı bir biçimde düşünürüz ve savunmaya geçeriz, hayal kırıklığına uğrarız ve diğer kişiyi daha da uzaklaştıran taleplerde bulunuruz. Fakat ya bu bozuk düşünce kalıpları ve işlevselliğini yitirmiş davranışlar, çatışmanın gerçek nedenleri değil de, sadece belirtileriyse? Sonuç olarak, zatürreesi olan insanlar deli gibi öksürürler ama öksürmek zatürreeye yol açmaz. Ayrıca hastaya öksürmeye son vermesini söyleyerek zatürree tedavi edilmez. Akciğerleri ele geçirmiş bakteriyi öldürmeniz gerekir.


*Epstein, N. B., & Baucom, D. (2002). Çiftler için geliştirilmiş Bilişsel - Davranışsal Terapi: Bağlamsal Yaklaşım. Washington, DC: Amerikan Psikoloji Derneği.

Prof. Dr. Kemal Sayar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Küfür, hakaret içeren yorumlar yayınlanmayacaktır.
Teşekkürler..

Bumerang - Yazarkafe

Bumads

Mart 2007'nin "En iyi blog"u Seçilmişti blogum!Teşekkürler destekleyen herkese...