11 Mart 2017 Cumartesi

HZ MEVLANA VE DİĞER ULULARIN ÖĞRETİLERİNİN BAZI KONULARDA ÖZETLERİ



ALLAH, TANRI
Allah tüm kainatın YARATICIsıdır. İnsanların da YARATICIsıdır. Kainatı insanlar için yaratmıştır.
Allah maddeyi NURunun bir bölümünü maddeye dönüştürerek yaratmış ve yaratmaktadır. Haliyle, insan gözüne madde olarak görünen herşey O'nun madde görüntüsündeki NURudur, diğer bir değişle KENDİ'dir.
Allah; yarattığı maddenin matematiksel olarak ifade edilebilen kurallar dahilinde davranmasını sağlamaktadır. İnsanların bu kuralları keşfetmelerine müsade etmektedir. İnsanlar keşfettikleri bu kurallara 'bilim' demekteler...
NURu gölgesizdir, madde hayalidir. Bugün bilimsel olarak maddenin 'zerre' (particle) denen, aynı anda hem madde hem dalga (ışık) olarak davranabilen parçacıklardan oluştuğu saptanmıştır. Bu; pratikte maddenin hayal olduğu anlamını taşımaktadır.
Allah kainatı madde olarak görmemizi sağlayan zerrelerin Sahibi ve Yaratıcısıdır. NURu kainatta heryerde olmasına rağmen, insan gözü sadece madde ışığını görebildiğinden dolayı NURundan perdelidir. Allah bilimin gelişmesini istemekte zira bilim sayesinde KENDİsini görmesek te idrak etmemiz mümkün olmaktadır. Örneğin Kuantum Mekaniği (Quantum Mechanics ) sayesinde kainatın demin bahsedilen zerrelerden oluştuğu anlaşılmıştır.
Allah yarattığı zerrelerin her an mutlak kontrolündedir. Bugün gene bilimsel olarak anlaşılmıştır ki; kainat 'karanlık enerji' (dark energy) denen bir enerji tarafından idare edilmektedir. 'Karanlık' tabirinin kullanılmasının sebebi; 'madde ışığı' üzerine kurulu dünya bilimi ile Allah'ın NURunun izah edilememesidir...
Kainattaki her zerrenin Sahibi olan Allah; kainatın her tarafında, her an olanı yaratmakta ve bilmektedir. Buna; doğal afetler, hastalıklar, kazalar da olmak üzere dünyadaki tüm olaylar da dahildir...
Genelde 'tanrı' kelimesi 'tapınılan' anlamını taşımakta, örneğin Yunan tanrıları, put tanrılar, vb. Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık'ta tek Tanrı'ya inanıldığından, aynı kelime Yaratan'ı ifade eder olmuş. Kuran’ı Kerim’de Tanrı 99 kere değişik isimle/sıfatla anılmaktadır. Her bir isim, Tanrı’nın bir vasfını belirtiyor. Her bir isim ile Tanrı’yı anmak mümkün. Örneğin En Adil (El-Adl) veya En Merhametli (Ar-Rahim) demeniz Tanrı demekle aynı. Ancak; “Tanrı” dediğinizde Yaratan’ın şahsı, “Allah” dediğinizde Yaratan’ın şahsı VE tüm sıfatları anlamına geliyor. (Allah'ın 99 ismi/sıfatının önemi ile ilgili not)
Allah insanı KENDİnden üfleyerek yaratmıştır, yani insan ruhu Nur'dandır.

DÜNYADAKİ YAŞAM
Dünyadaki yaşamın amacı sınav. Bu sınavın neticesine göre “öz” (insan ruhu ) ahiretteki mertebesini kazanıyor.
Bir dinin diğerine üstünlüğü yok. Tüm insanlar dünyaya eşit olarak geliyorlar. Buna Budizm, Hinduizm, Taoizm gibi felsefeler ve hatta tanrıya inanmayanlar da dahil.
Allah kendine isyan edenleri de affedebiliyor. Ancak; kul kulu üzerse, incitirse, acı, zarar verirse, hakkını yerse kızıyor. Öyle kulları ancak muzdarip olan kul/kullar af ederse af ediyor.
Kul yaşantısı ile değil, niyeti ile imtahanda.
Her kulun dünyada öğrenmesi gereken “uyum.” Uyumdan kasıt, her olayın YARATAN’dan geldiğini idrak edip, ona uymak, isyan etmemek.
Her olay Yaratan’dan ve Yaratan sadece HAYIRLI olaylara müsaade eder.
Kötü olay yok; olay uyumsuz kula “kötü” gözükebilir. Biraz beklenirse “kötü gözüken” olayın da aslında iyi, HAYIRLI olduğu mutlaka görülür.
İnanç şüphesiz olmalı, şüphe edersen Yaratan şüphe ettiğini sana veriyor.
Yaratan her kulu en zayıf olan noktalarında eğitiyor.
“Şüphesiz inanan kul” yardım dilerse yardımcı gönderiyor, hele hele işini Yaratan’a “havale ederse” işini Yaratan çözüveriyor, ve kul kendisine güvendiği için memnun oluyor. (Yanlış anlaşılmasın, havale edip oturmak değil. Kul gene gayretini gosterecek, ancak Yaratan sebep kılıyor, kul işi kolayca hal ediyor ve kul kendi çözdü zannediyor. Halbuki ilahi düzenin farkında olarak şükür etse, çok daha fazla puan toplayabiliyor…)
İyi olan veya kötü gibi gözüken her olayın Yaratan’dan geldiğini bilip, Allah’ı anıp, hep şükür etmeli. Şükür etmeyenler, sadece zora geldiklerinde Allah’ı anıp yardım istiyorlar, o zaman da Yaratan yumaklarına (hayatlarına) düğüm koyabiliyor.
Yaratan'ın her yarattığını sevebildiğin kadar erersin. Sevmek; sadece diğer insanları değil doğadaki canlı cansız herşeyi, kainattaki tüm yaratılmışları da içine alacak şekilde olmalı. Böyle sevebildiğin zaman merteben yükseliyor.
Hatasız kul yok. Peygamberler dahi hata yapmışlar. Yaratan kasıtlı olmayan hatayı hemen affedebiliyor. Kasıtlı hatayı da kul af dilerse affediyor, yeter ki bir daha tekrarlanmasın.
Bilimsel ve teknolojik her gelişme sadece Yaratan’ın müsaade ettiği zaman ve O’nun müsaade ettiği kadar gerçekleşebiliyor.

RUH, CAN, BEDEN, GÖNÜL
Ruh bir enerji. Dünyada bildiğimiz fiziksel enerjiden farklı olduğundan dünyadaki araç-gereçle (henüz) ölçemiyoruz, fark edemiyoruz.
İnsanda ruh (canan), can, beden (beden = akıl, mantık, gönül) var.
Hayvanlarda ruh yok, can ve beden var.
İnsanlar dünyaya gelirken önce can ve beden geliyor, sonra doğum anında ruh geliyor. Bebeklerin ilk doğdukları zaman ağlamalarının sebebi ruhun kafese girmeye itirazı. Bedenden ayrılırken oluşan gülümseme de kafesten kurtuluşun mutluluğu.
Beden dünyada kalıcı bir kafes, insan ruhunun (öz’ün) eğitimi icin yaratılmış.
Ruh (Canan) Yaratan’ın ta kendisi. Can da Yaratan’dan verilmiş nur, ancak beden ile sınanmakta. Can ile Canan’ın arasındaki kapı gönül.
Gönül, insanın gün boyunca yaşadığı olaylar karşısındaki düşünce, eylem, ve tepkileri. Diğer bir deyişle niyeti. Örneğin gün boyunca defalarca karınca ezen bir insan, bir karıncayı gördüğünde ezmemek için tedbir alırsa bu onun pozitif niyetini gösteriyor ve puan toplamış oluyor.
Gönül bahçesine insanlar gül de dikebiliyorlar (iyi niyetlerle) veya diken de. Gül dikebilmek için insanın nefsinin HEP KENDİ LEHİNE OLSUN şeklindeki bencilliğini bastırabilmesi lazım. İnsan nefsini bastıramaz ise Can ile Canan arasındaki gönül kapısı gittikçe kapanabiliyor.
Can doğuşta aynı Canan gibi nurlu. Ancak dünya yaşantısı sırasında gönül kapısı kapandıkça bu nuru azalıyor, harcanıyor. Dünyadan göçte; dünyaya gelişteki ilk nurundan ne kadar saklayabildiğine göre ahirette mertebe alıyor. (öz = Can + dünyaya gelişteki nurdan harcanmamış olanı = insan ruhu)
Küçük iken ölenlerin, akıl hastası olanların, nurlarını kaybetmediklerinden dolayı, öte alemdeki mertebeleri de yüksekte oluyor.
Canan (İnsanın içindeki ruh, Yaratan) kainattaki tüm bilgilere vakıf ve herşeye kadir. Kul kulluğunu yapar ise, manayı anlamaya çalışmaya başlar ise, Can; Canan’ı aramaya başlıyor, ve ona kavuşmaya çalışıyor. Neticede insan; birçok ulunun, evliyanın başardığı gibi, kendi bedeninde mevcut olan Canan’a dünyada iken kavuşabiliyor. Hallacı Mansur’un “Ben Allah’ım” demesinin sebebi içindeki Canan’ı bulmuş olmasından dolayı... Her öz dünyadan ayrıldığında Yaratan’a kavuşuyor. Ancak; Yaratan’a dünyada iken kavuşabilmek en makbulü.
Ruh (Canan, yani Yaratan) dünya yaşantısı sırasında insanın içinde ve Can’a doğru yolu fısıldıyor. Can da akılı yönlendirmeye çalışıyor. İnsan bedeninin özelliği olan bencillik te akılı öz menfaat yönünde çekmeye çalışıyor. Akıl mantığını kullanarak iyiyi, doğruyu, adaleti bulabilir ise, bedene has ilgilerden uzaklaşabiliyor.
Yaratan’ın kullarından beklediği dünya nimetlerinden uzak kalmaları değil: Bu nimetlerin Yaratan tarafından yaratıldığını bilerek onları sevmek, ve Yaratan’a şükür etmek, her olayın Yaratan’dan geldiğini bilerek uymak, yakınmamak, isyan etmemek.

ÖTE ALEM
Gerçek yaşam dünyadan ayrıldıktan sonra başlıyor. Dünyadaki yaşam bir hayal. Dünya öbür alemin gölgesi. Öyle ki; dünyada en çok haz aldığımız şeyler, öbür alemde en sönük kalıyor. Örneğin güneş; öbür alemin nuru yanında kandil gibi kalıyor.
Dünyadaki yaşamın üstünde yedi mertebe var, bu mertebelere ait 18,000 perde (kat, gezegen) var.
Dünyadan ayrılan ruhlar 3 grup: Mertebesini bulanlar, bulamayanlar, ve arada kalanlar.
Dünya; mertebelerin en düşük seviyesinde. Mertebelerini bulan ruhlar (öz’ler) mertebelerine göre başka bir gezegende tekrar eğitim, imtahanlarına devam ediyorlar. Ancak dünyada takıntısı olan ruhlar bu gezegenlere kabul edilmiyorlar. Dünyada takıntısı olandan maksat; kul gönlü kırmış, ancak henüz kırılan kul tarafından affedilmemiş olanlar. Bunlar arada kalanlar oluyor. Dünyada affedilemeyecek kadar kötülük yapmış olanlar mertebe alamıyorlar, renksiz bölgeye gidiyorlar (dini kitaplardaki ‘Cehennem’ bu bölgenin sembolü. Cehennemde yanıyorlar demek, doğru davranmadıklarına, kapkaranlıkta kaldıklarına yanıyorlar, pişmanlık duyuyorlar...)
Mertebeler dünyadaki okullardan farklı, şöyle ki; dünyadaki okullarda sınıfların sıra ile geçilmesine karşılık, dünya yaşantısında kulluğunu doğru yönde yapabilen bir kul öte alemde birkaç mertebe atlayabiliyor.
Katlar birbirleri ile iletişim halinde, ancak iletişim tek taraflı: Üst katlar alt katlarla iletişim kurabiliyorlar, alt katlar üsttekilerle değil.
Bedenden ayrılan ruh beden kafesinden kurtulduğu için çok memnun oluyor. Dünyaya bedenli olarak bir daha gelmiyor. Ancak ruh olarak, anıldığı her an ananların yanına geliyor, gelebiliyor, fakat dünyadakiler bedenlerinin oluşturduğu perdeden gelen ruhu göremiyorlar.
Bedenden ayrılan ruh, bir taraftan bedenden ayrıldığına çok memnun oluyor (zira beden kafes), bir taraftan da arkasından üzülenlere şaşırıyor. Matem çok uzarsa bu ruhu rahatsız ediyor. Öbür aleme göçenin arkasından yapılacak en iyi şey dua etmek.
Yaratan’ın var ettiği her insan ruhu eninde sonunda Yaratan’a kavuşuyor. Uyumlu olanlar mertebelerine göre daha evvel, renksiz alemde olanlar (cehennemdekiler), en fazla, 64 yıl (İncil ve Kuran'da bildirildiğine göre ilahi ortamda her gün takriben bin dünya yılı) sonra Yaratan’a kavuşacaklar.
Ruhlar arasında kadın-erkek ayırımı yok.
Kadınlar yüksek mertebeye erme konusunda erkeklerden daha şanslı, zira fiziksel olarak daha zayıf olduklarından Yaratan’a sığınma yönünde daha çok zikir edebiliyorlar.
Ruhlar düşünce hızı ile hareket edebildiklerinden, kainatta her an her yerde olabiliyorlar.
Kişinin dünya üzerindeki maddi serveti, soyu-sopu ile öbür alemde alacağı mertebe arasında bir ilişki yok.
Öte alemde mertebe verilirken dünyadaki davranışlar ile ilgili olarak göz önüne alınan üç ana kriterya şunlar:

1. Sevgi: Allah'ın tüm yarattıklarını sevmek.
2. Görgü: Allah'ın yarattıklarında O'nu görmek.
3. Sergi: MANAyı paylaşmak.

[Şu husulara dikkat çekilir:

1. Sevmek için görgü ve sergi ön koşul değildir. Ancak sevginin çapı insandan insana çok farklı olabilmektedir. Kimisi sadece kendini sevebilmekte, kimisi ailesini ve köğeğini sevebilmekte, kimisi ailesi ve köpeğinin yanısıra yurttaşlarını da sevebilmekte ancak diğer milletlerden hoşlanmayabilmektedir, kimisi de Hazreti Mevlana gibi tüm insanları sevebilmektedir... Diğer bir değişle, sevginin çapı büyüdükçe, ruhun öte alemdeki mertebesi artmaktadır...
2. Görgünün olabilmesi için insanın MANAyı gönülden dilemesi gerekmektedir. İnsan MANAyı gönülden diledikte, Allah kendisine mürşit göndermekte. Bütün Tasavvuf evliyaları mürşitleri tarafından manen eğitilmişler, örneğin Mevlana Şems tarafından, Yunus Emre Tabduk Emre tarafından vb... Eskiden mürşit-mürit arasındaki manevi eğitim kapalı kapılar arasında olurdu zira gönül kapısı kapalı insanların MANAyı anlamayacakları, hatta ters anlayabilecekleri düşünülürdü. Örneğin Hallacı Mansur "ben Allah'ım" anlamına gelecek şekilde açık seçik söyleğince işkence ile öldürülmüştü. Düşünülen odur ki, kapalı kapılar ardındaki Allah ve ilahi düzenle ilgili o sırların Gönüller Birliği ile bugün tüm insanlara açılmasının sebebi; bilimde gelinen seviye ile, sadece Allah'a inanmak değil, artık Allah'ı idrak edebilmenin mümkün olmasıdır...
3. 'MANAyı paylaşmak' vaaz vermek veya insanları Allah yoluna davet etmek anlamına gelmemektedir. Tam tersine, öğretiler çiçek misali sergilenmekteler. Arıların çiçeği bulmaları gibi MANAyı gönülden dileyenler de Gönüller Birliği'ne erişebilmekteler...]

NİYAZ (DUA, YAKARMA)
Dua; içinden geldiği şekilde, anlayarak, hissedilerek ediliyor. Anlamını bilmeden, ezbere, konsantre olmadan edilen duanın hiçbir faydası yok.
Kul kula kul olmamalı; istediği herşeyi kuldan değil, Allah’tan dilemeli. Allah’tan diledim diye oturup bekleme. Kendin dileğini gerçekleştirmeye çalış. Allah dileğini sebep yaratarak gerçekleştiriyor. Sen birşey yapmaz isen, sebep yaratacak fırsat da olmuyor. Dileğin gerçekleştikten sonra Yaratan’a şükür etmeyi unutma ki, bir daha dilemeye yüzün olsun.
Saçma, hayırsız, egoistçe olmadıkça, Yaratan kullarının niyazlarını (yalvarma, yakarma, dua) mutlaka yerine getiriyor. Örneğin dağın üstünde bir göl dilenmesi saçma bir dilek. Beddua hayırsız dileğe bir örnek. Dilenen birşey gerçekleşmemişse bir kaç sebebi olabiliyor: 1) dileğin gerçeşmesi dilek sahibi için hayırsız olacaktı ise dilek gerçekleşmiyor, 2) dileğin gerçekleşmesi için vadesi gelmemiş olabiliyor (yani örneğin iki (veya 15) yıl sonra gerçekleşiyor).
Dua ederken, dünyaya gelmiş, geçmiş, göçmüş TÜM insanların (Hz Adem ile Havva’dan günümüze kadar yaşamış göçmüş tüm insanların) günahlarının bağışlanması yönünde etmek en makbülü. Böyle duaları ne kadar çok edersen, göçmüşler ve göçenler için o kadar iyi. (Mezarlık civarından geçerken o mezarlıkta yatanlara günahlarının affolması yönünde dua etmek de iyi.)
Gene dua ederken, hayattaki BÜTÜN insanlar için etmek en iyisi.
Bağışlayıcı olmak en iyisi, beddua etmek çok kötü. Kötülük yapan birisine yapılan beddua kötülük yapana gidiyor. Ama o kötülük yapanı Yaratan zaten biliyor ve dersini verecek. Beddua etmek yerine affeden pozitif puan alıyor. Gereksiz, yanlış, yersiz edilen beddua/yemin edene yapışıyor.
Tanrı’ya sığınılır ise bir sinek dahi kula zarar veremiyor. Dolayısı ile güne başlarken Allah adına başlamak ve her olay için Allah’a sığınmak en doğrusu ve çok etkili.
Yaratan (Canan) kullarını; kullarının birbirlerini (örneğin ananın babanın çocuklarını), hatta kulların kendi kendilerini gözettiklerinden çok daha fazla seviyor, gözetiyor, kolluyor, koruyor, eğitiyor, yardım ediyor.
Yaratan manayı dileyene, maddeyi dilediğine veriyor. Manayı dileyene mutlaka bir mürşit gönderiyor.
İbadet bedenin borcu, esas olan mana. Manayı ıskalayarak yapılan ibadetin bir faydası yok. Hileli terazi ile mal satıp, kötülük yapıp ibadet etmenin veya avaz avaz ibadet etmenin bir faydası yok.
Ahiret; ne el bağlayanın, ne diz bükenindir,
Ahiret gönülden Allah’ım diyenindir,
El bağlamak, diz bükmek bedenin selameti,
Gönlünü Allah’ına açmak canının selametidir.
ULULAR
Ulular sözünden alacağın şudur:
Cümle dinlerin üzerine çıkmış,
O’nu her hali ile idrak etmiş,
İdrakini dünyada bilmiş,
Bilmeyene vermiş kullarıdır
[Yukarıdaki eğik yazılı bölüm doğrudan Hz. Mevlana ve diğer uluların öğretilerinden alınmıştır.]
Yaratan insanlara ulular vasıtası ile yardım ediyor. Dünyadaki insanlara yol göstermek üzere görevli bir çok ulu var.
İnsanın yardıma layık olup olmadığına, layık ise hangi ulunun yardım edeceğine, gönülleri okuyarak bizzat Yaratan karar veriyor, uluyu görevlendiriyor.
Tesadüf dediğimiz birçok olay; aslında ulunun yardımına vesile kılan olaylar.
Her insanın yardımcı ulusu var ise de, ulu yardımını ancak insan Yaratan'a yöneldiği zaman yapabiliyor. Kul Yaratan'a yönelmez ise, Yaratan kul ile yardımcı arasına perde koyuyor.
Ulunun yardımı için Yaratan'ın müsadesi gerekiyor. İnsan hata yaptığı zaman Yaratan izni kaldırabiliyor. Böyle bir durumda insanın tövbekar olup Yaratan'dan ulusunun yardımını dilemesi gerekiyor.
Ruhlarda fiziksel dünyada olduğu gibi zaman ve yer kavramı yok. Ruh her an her yerde olabiliyor. Dolayısı ile, ulunu andığın an ulun hemen yanında oluyor. Ulun aklına gelmış ise bil ki ulun yanında.
İnsanlar uyur iken ruhları bedenlerinden ayrılıp, kendi seviyelerindeki ruhlarla ve/veya ulusu ile buluşuyor.

KADER
Dünyadaki olayları iki grupta toplamak mümkün: 1. Genel kader ile ilgili olaylar, 2. Kişisel kader ile ilgili olaylar.
Genel kader ile ilgili olaylar birçok insanı aynı anda etkiliyor, Yaratan tarafından kainat yaratılmadan belirlenmişler ve değişmiyorlar. Örnek olarak afetler, salgın hastalıklar, hastalık şifaları sayılabilir.
İkinci grup olaylar ise her insanın olaylar karşısındaki kararları ve niyetlerine göre Yaratan tarafından anında tasarlanıp gerçekleşiyor. Bu bölümde bahsedilen kader ili ilgili olaylar, şimdi bahsedilen ikinci gruba girmektedir.
Her insanın kaderinde doğumu, ölümü, evliliği (veya evlilikleri) yazılıdır. Bunların dışında olan her olayda insan hür iradesi ile seçimini yaparak kendi kaderini belirler.
Her olayda insanın önünde iki seçenek olur: Hak yolu ve hak yolunun karşıtı. İnsan bu iki yoldan birini özgür iradesi ile seçer. Seçtiği yola göre kaderinin olayları Yaratan tarafından belirlenir ve gerçekleştirilir. Diğer bir değişle, insan kendi karar, niyet ve eylemlerinden kendisi sorumludur. "Kaderim böyleymiş" deyip kadere bahane bulmak doğru değildir.
Tüm olaylar Yaratan'ın isteği doğrultusunda cereyan eder. Olaylarda ya insan sınanır, ya da ders verilir. Örneğin sokakta para dolu çanta bulan birisi sınanmaktadır. Çantayı ne yapması ile ilgili olarak vereceği karar, yaşayacağı daha sonraki olayları belirler. (Örneğin Hak yolunda karar vermemiş olan birisi, bilahere gasp ettiği parayı hastalık tedavisinde harcama şeklinde ders alabilir...)
İnsan mantıklı, uygun bir dilekte bulunduğu zaman, hemen hemen her zaman Yaratan dileğin gerçekleşmesine müsaade eder. Örneğin, bir insan pabucunun ayağını sıkmamasını dilerse, Yaratan o insanın kader yazısına pabucunun ayağını sıkmasını yazmaz. Diğer bir değiş ile, temiz kalpli insanlar; güzel niyazlar, dualar ile kaderlerine yön verebilirler.
Yaratan insanları en zayıf oldukları konularda eğitir. Yaratan insanın bilhassa kaçındığı konuları başına getirerek o insana sınav kapısı açabilir. (Tabii bu konudan konuya değişir.)
En uygun davranış biçimi uyumdur. Uyum; her olayın Yaratan'dan geldiğini bilmek, niyetine uygun olmasa da "eyvallah" deyip, şükretmektir.
Bir insan ne kadar uyumlu olursa, yumağı da o kadar düğümsüz olur. Uyumsuz insanların da yumakları, tersine olarak, bol düğümlü olur. (Yani ders verici olaylarla sıkça karşılaşırlar.)
Yaratan her insan için en güzel yazıyı yazar. Bazı olaylar insanlara kötü gibi gözükebilir. Ancak böyle olaylara ilahi düzenin bir parçası olarak bakılırsa, aslında kötü olmadıkları mutlaka görülür. (Örneğin, dünya hayatının aslında ahirete hazırlayan bir okul olduğu, ölümün olmadığı, göçün olduğu hatırlanmalıdır...)

ÖTE ALEMDEKİ MERTEBELER
1.KAT: Gayeleri olmayan, ahireti bilmeyen, dünyayı baki sananlar.
2.KAT: Yol bilip yürümeyen, ALLAH’a sığınmayan, son gün gelip ‘Alllah’ diyenler.
3.KAT: Allah’ı bilir, yolunda yürür. Fakat gün gelir şaşar, sonra toparlar.
4.KAT: Allah’ı bilen, yolunda giden, kimseye karışmayan, dünyayı tanımayan (umursamayan).
5.KAT: Dünyayı, ahireti bilir. Yudumu içer, ‘Allah!...’ der şükreder. Yalnız, kendi kendine ibadet eder.
6.KAT: ‘Ahiret baki, dünya ne ki?’ diyenler. Dünyadaki şaşkının yolunu çevirenler. Can’ım değil, Canan’ım diyenler. Allah’ımın emrine uyup, canından geçenler. Dünya ile ahireti bilip, birbirine bağlayanlar. Yardım edip, dönük kullarını çevirenler.
7.KAT: Söylesem az gelir, gönüller dolar. Dolsa güzel, taşar. Taşsa güzel, akar-akar, çağlar… Kul dayanmaz, ahireti yaratan görmez. Gel, gör!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Küfür, hakaret içeren yorumlar yayınlanmayacaktır.
Teşekkürler..

Bumerang - Yazarkafe

Bumads

Mart 2007'nin "En iyi blog"u Seçilmişti blogum!Teşekkürler destekleyen herkese...